Referans Referans Referans Referans Referans


Yolumuza Taş Koymayın

Bir izin mevsimini daha çok şükür bitirdik. Takip edebildiğimiz kadarıyla bu yıl anavatana giden çok miktarda insanımız oldu. Bayramlar da artık izin mevsimine denk gelmeye başladı. Bu yıl Ramazan bayramının izin mevsimine denk gelmesi de izne gidenlerin sayısının artmasında etkili olmuştur. Kurban bayramını da idrak ettik, hacı adaylarımızı gönderdik, kurbanlar toplandı ve Hilal Yardım Organizasyonu görevlilerince alınan vekâletler yerine getirildi, dağıtımlar yapıldı. Yüce Mevla’m Ramazan’da verilen fitre ve zekâtları, bağışlanan kurbanları kabul eder inşallah. Hayr sahiplerinin tamamından Allah razı olsun.

Bu bayramlar idrak edilirken içimiz buruktu. Bayram sevincini hakkıyla yaşayamadık. İslam dünyası yine kan ağlıyor. Afrika, Doğu Türkistan, Ortadoğu kan ve acı içinde… Fakirlik, cehalet, canilik iç içe girmiş durumda… Doğu Türkistan’da yapılan katliamlara karşı, İslam âleminin de, dünyanın da gözü kulağı kapalı, ne gören var ne duyan. Çin zulmü devam ediyor, adeta bir soykırım uygulanıyor. Suriye, Irak kan gölü… Müslüman Müslümanı Allah-u Ekber nidalarıyla katlediyor.

Böyle bir vahşetin hiçbir haklı sebebi ve nedeni olamaz! Bırakın Müslüman olmayı, böyle bir güruhun insanlıktan nasibi olamaz. Birileri mi yaptırıyor veya yapıyor, sorusuna cevabım şudur. İnsan bu kadar vahşi, Müslüman bu kadar cani olamaz. Hele Müslüman, birilerine taşeron olarak bu canilikleri yapacak kadar cahil olamaz, olmamalıdır. Sağlam bir kimlik ve kişilik sahibi Müslümanın bu olanlar karşısında insanlık adına, dini adına hicap ve ıstırap duymaması mümkün değildir. Niyetim üzüldüğünüzü, ıstırap çektiğinizi bildiğim konuda sizleri daha da fazla üzmek değil. Allah ıslah etsin, gerçek İslam’ı anlamayı, idrak etmeyi cümlesine ve cümlemize nasip etsin inşallah.

Ben de 3 hafta Türkiye’de idim. Elâzığ’da bulundum. Önce Kosova, Mamuşa’ya “domates festivali”ne katıldım. Oradan Makedonya’ya, Üsküp’e ve Gostivar’a geçtim. Balkanlarda, Kosova’da Makedonya’da ki soydaşlarımızı, dindaşlarımızı tekrar gördüm. Aradan 4-5 asırlık bir zaman geçmesine rağmen kendi kimliklerini nasıl muhafaza ettiklerini, Türkçe’mizi ne güzel konuştuklarını bir kez daha gördüm. Bizim Batı Avrupa Müslüman Türkleri olarak, Balkanlar’daki kardeşlerimizden öğreneceğimiz çok şeyler olduğuna kanaat getirdim. Balkanlar’da soydaşlarımızın yaşadığı yerler tam bir Anadolu… Anadolu’nun müziği, edebiyatı, folkloru, mutfağı, töresi, gelenekleri olduğu gibi yaşanıyor. Her şeyden önemlisi Türkçe’miz sapa sağlam duruyor ve cıvıl cıvıl yavrular çok güzel Türkçe konuşuyor. Avrupalı Göçmen Türkler olarak bizim durumumuza baktığımda, aradan daha yarım asır geçmesine rağmen, birçok şeyimizi kaybetmişiz. En acısı da dilimizi kaybediyor olmamızdır. Üçüncü neslimiz artık Türkçe konuşamaz duruma gelmiş. Bu çok acı ve içimiz yanıyor, bir çare bulmak durumdayız ve düşünüyoruz, bir çare bir çare, diye.

Oturup düşündüğümde 40 yıllık gurbet hayatım göz önüne geldiğinde çok da boş oturmadığımızı, bir şeylerin yapıldığını görüyor, onunla teselli olmaya çalışıyorum. Bugün sadece Almanya’da sayıları 3.000’i aşan derneklerimiz, camilerimiz var. Bundan 53 yıl önce buralarda hiç bir kuruluşumuz mevcut değildi. İlk neslimiz adeta yüzme bilmediği halde bir denize atılmıştı. Ne halin varsa gör misali…
O neslimizden ve onların çocukları olan ikinci neslimizden Allah razı olsun. Birinci neslin birçoğu hakkın rahmetine kavuştu. Allah onlara gani gani rahmet eylesin, hayatta olanlarda sağlık ve afiyet versin. Çok büyük maddi ve manevi fedakârlıklar ortaya koydular. Gece gündüz çalıştılar çabaladılar ve çok ama çok güzel eserler ortaya çıkardılar. Bugünkü dernek ve mescitler onların eseri. Birçok yerin mülkiyetini aldılar, camiler mescitler, külliyeler inşa ettiler. Şimdi düşünüyorum; ya bu cemiyetler, camiler olmasaydı halimiz ne olurdu?

Hala bu cemiyetler ve camiiler o neslin gayret ve çabalarıyla ayakta duruyor. Hangi isim altında olursa olsun, kurulan bu dernekler ve camiler sayesinde bugün buralarda her şeye rağmen bir Müslüman- Türk kimliğinden bahsetmek mümkündür. Din sevgisi, vatan sevgisi, millet sevgisi, örf, adet, töre, gelenek ve her şeye rağmen konuşulan Türkçe, bu cemiyet ve dernekler sayesinde varlığını devam ettirmektedir. Meselelerimiz yine bu derneklerin bir araya gelerek oluşturduğu, çatı kuruluşları sayesinde takip edilmektedir. Din eğitimi, dil eğitimi, dini yaşantı, kültürel yaşantı, geceler, seminerler, kermesler hepsi bu cemiyetlerde yaşanmaktadır. Hatta cenazelerimiz bile bu cemiyetlerin oluşturduğu Fonlarla ülkemize gönderilmekte, cenaze namazları buralardaki camilerimizde kılınmaktadır. Afrika’ya kadar uzanan yardım paketleri, kurbanlar bile bu oluşumlar tarafından gerçekleştiriliyor.

Bu gelişmeleri görmemek, inkâr etmek, Yaradan’ın gönlüne de hoş gelmez. Dışarıdan gazel okumak kolaydır ama hakkı teslim emek lazımdır. Hani bizde bir atasözü vardı ya, “yiğidi öldür ama hakkını teslim et” diye… Bu insanlarımız bunları, Ahmet için Mehmet için, para-pul için hiç yapmadılar, çünkü veren el oldular, para harcadılar. Peki, ne için yaptılar sorusu bile çok abes olur. Yalnız ve yalnız Allah rızası için yaptılar ve hala da yapmaya devam ediyorlar. Evet, bu cemiyetlere dün ihtiyaç vardı, ihtiyaçlar belki bugünden biraz farklıydı, bugün dünden daha fazla ihtiyaç var, ihtiyaçlar farklılaşsa da ama hiç şüphesiz yarın bu cemiyetlerimize daha fazla ihtiyaç duyulacaktır. Çünkü buralar bizim kimlik yuvalarımız, tutunacak dalımız ve yakılacak ocağımızın, pişirilecek aşımızın yeri. Bunu her geçen gün biraz daha iyi anlıyorum.

Gençlerimize kimlik vereceğimiz, onlara kendi değerlerini öğreteceğimiz, onları her türlü aşırı akımların dışında tutup muhafaza edeceğimiz yuvalarımız bu cemiyetlerimizdir. Artık camilerimiz de beş yıllık din görevlilerimiz var. Bu çok iyi bir fırsattır bunu iyi değerlendirmemiz lazım. Tabii bu arada din görevlilerimize de büyük bir görev ve sorumluluk düşüyor. Bizim din görevlilerinden beklentimiz sadece vakit namazları ve Cuma namazı kıldırmak değildir. Kendilerini 24 saat bu işten sorumlu görmeleri gerekmektedir. İnsanlarımızla bire bir ilgilenmeli, gençlerimizle ve çocuklarımızla bire bir samimi olarak ilgilenmeleri ve onları orada her konuda eğitmeye gayret etmelidirler. Burası Türkiye değil. Bizim tek kimlik yuvamız cami ve derneklerimizdir. Dernek yöneticilerimiz, 8-10 saat çalışıyor, çoluk çocuğunun ihtiyacını teminle uğraşıyor, bu da yetmezmiş gibi bir de maddi fedakârlıklarla cemiyeti ayakta tutmaya çalışıyor.

Din görevlilerimizin ise bir tek görevi var cami hizmetidir. Cami hizmeti sadece namaz kıldırmak değildir. Fatiha ve 3 zamm-ı sure bilen her Müslüman namaz kıldırır. Namaz için din görevlilerine ihtiyaç yoktur. Biz gençlerimizin Müslüman-Türk kimliğine kavuşması, aşırı akımlardan korunması için bunu bir gaye haline getirmiş, samimi olarak bunun gayreti içerisinde olan hizmetler bekliyoruz. Bu acıyı yüreklerinde duyan din görevlilerimizi tenzih ederim, Allah onlardan razı olsun. Ancak görevini vakit namazlarında mescide inip namaz kıldırmak ve varsa bir kaç tane çocuk onlarla hafta sonu bir kaç saat Kuran-ı kerim okumak olarak görenler de maalesef mevcut. Buradaki insanımızın gayretini, çabasını görmezden gelerek böylesi davranış içerisinde olanlarımızın mevcudiyeti de üzüntü vericidir. İnşallah topyekûn derlenir toparlanır, elbirliği içerisinde, eksiklerimizi görür, kenetlenir ve geçmişimizin bizlere emanet ettiği bu cemiyetlerimizi ve camilerimizi layıkıyla hizmet eden yuvalar haline getiririz.

Birliğe, beraberliğe, kardeşliğe, samimiyete çok ama çok ihtiyacımız var. Selefi’sin den, IŞİD’ine, uyuşturucu çetesinden bilmem ne çetesine kadar bütün olumsuzlukların hedefinde buradaki gençlerimiz ve yavrularımız var, bunlara sahip çıkma gayreti ve çalışması içerisinde olmak mecburiyetindeyiz.

İçerisinde yaşadığımız ülkelerdeki siyasi otorite, basın ve medya kuruluşları da buradaki kuruluşlarımızı hedef tahtası olarak göstermekten kurtulmalı. Bu kuruluşların hizmetlerinin bu ülkelere katkısı artık görülmeli. 40 yıldır, 30 yıldır bu ülkelerde faaliyet gösteren kuruluşlarımızdan herhangi birisinin bu Ülkerlere şu zararı oldu diyecek kimse çıkmaz. Öyle ise, el insaf... Bu kuruluşlarımız kimlikli nesiller yetişmesi adına, kendi değerlerini yaşamak ve yaşatmak gayret içindedir. İçerisinde yaşadığımız toplumlara da bunun faydası var, hiç bir zararı yok. Olmamıştır da…
Biz artık buralarda varız ve bu toprakları vatan kabul etmişiz. Bu ülkeleri yönetenler de artık bunu görmeli ve bizlerle oturup bu meseleleri konuşmalılar. Çözüm bekleyen bir sürü mesele var. Bu konular çözülür, şayet çözüm isteniyorsa… Ötekileştirerek, dışlayarak, suçlayarak bir yere varılmadığını 53 yıldır gördük. Biçare değiliz. Her şeyin çaresi var. Çözüm, birliktelikle, karşılıklı kabulde ve samimi olarak birlikte yürümektedir. Din kardeşi olmasak da, insanlıkta kardeşiz. Bunu bile anlasanız yeter. Beraber yürümeye yoksanız, bari yolumuza taş koymaktan vazgeçin. O taş bir gün sizin de ayağınıza takılabilir. Asıl olan taşsız yollarda buluşmaktır.


YAZARIN DİĞER YAZILARI