Referans Referans Referans Referans Referans


Teşkilat Hayatı ve Dava Adamının Mücadelesi

“Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” (Asr S. 1-3)

Bu mübarek ayetten de anlıyoruz ki, her şeyin başı İman ve hayırlı, faydalı işler yapmak ve kurtuluşu yakalamaktır. Allah’a (cc) teslimiyet imanın ta kendisidir. Cemiyet adamı İmandan uzaklaşırsa kendine de, çevresine de zarar verebilir. Mehmet Akif’in diliyle “İnsanlarda fazilet hissi Allah korkusundandır” Bu korku basit, sığ bir korku değil, azametin, teslimiyetin, yüce bir muhabbetin aşkın neticesidir. Yaratanın huzuruna çıkmanın ve imtihanı kazanmanın getirdiği heyecandır.

Dava adamının teşkilat anlayışı bir hobinin ürünü değil, bir inancın neticesidir. Günlük bir eğlencenin içinde bulunmak için bu işe girilmez. Boş bir yarışın tarafı olmak, cemiyet içinde kendine bir yer ayarlamak, taraf görünmek, çaka satmak için de cemiyet adamı olunmaz. Dava adamı, inanmış bir insanın aşk ve heyecanıyla, insanlık ailesine bir katkıda bizden olsun duygusuyla, insanın şeref ve haysiyetini korumasıyla, yoksulun, çaresizin derdine derman olma arzusuyla cemiyet hayatına girmeli. Dava adamı, nesillerin kimlik ve şahsiyetlerini korumayı, imanını yüceltmeyi, geliştirmeyi kendine ölçü edinmiş insandır. Hakk’ın rızasına uygun bir hizmeti kulluğun gereği olarak görmek ana gaye olmalıdır. Bu ölçüler içinde teşkilata giren Ülkücü dava adamı, halka hizmeti, Hakk’a hizmetin bir parçası olarak görmelidir.

Cemiyet adamı toplumun her kesimini kucaklayan, gönlü sevgi dolu olan, hakkı gözeten, adil olan, şiddetin her türlüsüne tavır koyan, nezaket, zarafet, feraset sahibi olandır. Fedakâr, vefakâr, ahlaklı, dürüst olmayı şiar edinmelidir. Ehliyet ve liyakat sahibi olmalı, inanan bir müminin vasıflarını üzerinde taşımalıdır. Dava adamı, İnançlarını sadece anlatan değil, yaşayan ve hayata geçiren insan olmalıdır.

Bizim cemiyet hayatımızı aşağıda ki ayet-i kerimeden daha iyi anlatacak söz bulunamaz: “İçinizde insanları hayra çağıran, kötülüklerden alıkoyan bir topluluk bulunsun, ancak onlar kurtuluşa ereceklerdir”. (Al-î İmran s. 104) Hayra çağıran bir topluluk olmak ve kurtuluşu yakalamak her inanan insanın başlıca görevidir. “ Ben, Cinleri ve İnsanları ancak bana kulluk (ibadet) yapsınlar diye yarattım”. (Zariyat s. 56) Yaratanın emirlerine uyan insan için iki cihanda da zorluk yoktur. Demek oluyor ki, bizim için cemiyet adamı olmak bir keyfiyet değil, bir mecburiyettir. “Hayra yol gösteren onu yapan gibidir”. (Hadis-i Şerif) Cemiyet insanına bundan daha büyük bir müjde olamaz.

Cemiyet hayatını bir kişi iki şey için seçer, birincisi şan, şöhret veya ikincisi Allah rızasını kazanmak içindir. Ülkücü ve inanç sahibi insanın ölçüsü hakta olmak, kendi değerlerinin yaşatılması ve insana hizmettir. Bir insanı yaşatmanın bütün insanlığı yaşatmakla eş değer olduğuna inanılan bir kültürde, inanç sahibi, inanmış bir mümin dava adamı, basit çıkar hesapları yapamaz.

Teşkilatçılık inançla, aşkla, azimle, gayretle, fedakârlıkla yapılan bir iştir. İnanç ve aşkın olmadığı yerde yapılan teşkilatçılık gelip geçici bir hevesten ileri gitmeyecektir. Teşkilatçılık insan mutluluğunu esas almalı. İnsanın maddi ve manevi mutluluğunu esas almayan bir cemiyet hayatı insanlığa gerçek bir mutluluk getirmeyecektir.

Cemiyet hayatı bir milletin geleceğidir, varlık sebebidir. Dünyanın en gelişmiş ülke ve toplulukları teşkilatlı topluluklardır. Bugün kalkınmasını tamamlamış ülkeler her sahada teşkilatlanmasını başarmış ülkelerdir. Milletimizin tarihteki başarısının temelinde de iman, azim, çalışmak, cemiyet ve cemaat hayatının canlılığı yatıyor. Batı Avrupa da yaşayan Türklerin kimliklerini, milli varlıklarını birinci derecede koruyan camilerimizdir, cemiyetlerimizdir.

Camiler bizim tarih boyunca hep medeniyet ve kültür merkezlerimiz olmuşlardır. İslam dini kimlik değerlerimizin korunmasında sadece destekleyicisi değil, doğrudan doğruya değerleri oluşturan, şekil veren, kimliğe şahsiyet kazandıran bizim ruh kökümüzdür. Dinimizi, dilimizi, mimarımızı, sanatımızı, musikimizi, ahlaki değerlerimizi, örf ve geleneklerimizi korumanında ana merkezi cemiyet hayatımız ve camilerimizdir.

“Temeli samimiyet, gayesi Allah (c.c)’ın ismini yüceltmek ve insanların kaynaşmasını, dayanışmasını, bütünleşmesini ve aydınlanmasını sağlamak olan bütün camiler Allah’ın evidir. Bu ulvi mekânların imarı ve ihyasının da “Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.” (Tevbe S. 18) Yüce Allah tarafından haber verilmektedir. İnsana benlik ve kimlik kazandıran, yaratıcısının azameti ve yüceliği karşısında özünde insan olma değerini şuur planına çıkararak, Rabbine iltica etme ve hak ile temasa geçme bilincini veren bu değerli mekânlar, bizim için deyim yerinde ise birer sığınaktır.”

Bin yıllık tarihimizde camilerimiz hep merkez olmuştur. Sadece namaz kılınan yerler değil, caminin etrafında şifahane, kütüphane, medrese, hamam, misafirhane, aşhane vs. tamamının oluşturduğu “Külliye” bir cazibe merkezidir. Camiler şehrin en merkezi ve yüksek yerlerindedirler. Camilerimizi her zaman cazibe merkezleri haline getirmeli ve her Müslüman’ın uğrak yeri olmalıdır. Cemiyet ve camilerimizi her yaştan, her cinsiyetten insanın hizmet alabileceği merkezler haline getirmeli. Kadınların aktif olarak yararlanacağı, hizmet üreteceği, kararlarda söz sahibi olacağı ortamı da oluşturmalıdır. Kadınların hizmeti sadece cumadan cumaya yapılıp satılan lahmacunla sınırlandırılmamalı.

Camiler dinin öğrenip, yaşanacağı, ibadetlerin huşu içinde yapıldığı, dilin korunacağı, hizmetlerin sunulacağı, sevginin, saygının nesilden nesile aktarılacağı, kimliğin muhafaza edildiği merkezlerdir. Sadece beş vakit namazın kılındığı yer değil, bir milletin ortak kaderinin de oluştuğu ve olgunlaştığı, fertlere kimlik, kişilik kazandıran hususi yerlerdir. Tarihte camiler çok yönlü sosyal faaliyetin merkezleridir. Camiler yakın tarihimiz de ne yazık ki aslı hizmet alanı olmaktan uzaklaştırılmıştır.

Güllerin Efendisi (sav) şöyle buyuruyor. “ Her kim varlığını Hakk’a ibadete ve O’nun yolunda hizmete adarsa, Cenab-ı Allah da o kulunun her ihtiyacını karşılar ve onu hiç ummadığı yerlerden rızıklandırır. Kim de tamamen dünyaya dalar, Rabbini unutursa, Allah da onu dünya yurdunun mihnetleri ve meşakkatleriyle baş başa bırakır.” (Hadis-i Şerif)
Kendisini davasına adamış, Allah için yola çıkmış bir insan basit çekişmelerden uzak durmalı, nefsine uymamalı, aklıselim den ayrılmamalı. Nefsin her yaşta farklı oyunları vardır. Esas olan nefsin heva ve heveslerine karşı dikkatli olmaktır. Doğru olan nefsi yok etmek değil, nefsi kontrol etmek ve imanın emrine vermektir.

“ Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde ve kendi nefislerinde nice ibretler vardır. Hiç görmüyor musunuz?” ( Zâriyât. 20)

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya 35)

Dava adamı bu ayetlerin manasını çok düşünmeli. Nefsini yenemeyenlerin hayatta başaracakları fazla bir şey kalmamıştır. Allah kuluna doğru yolu gösteriyor ve yardım ediyor. Nefsine ram olanların, Cemiyet hayatında yapacakları bir iş kalmamıştır.
“Başkalarına karşı zafer kazanan kuvvetlidir, kendi nefsine karşı zafer kazanan ise kudretlidir” (Lao)
“İnsan nefsini feda etmekle insan olur” (Maugham)
“Kendi nefsine galip gelen, bütün âlemi hükmü altına alır” (Nizami)
“Nefse günahlardan kaçmak, ibadet yapmaktan daha güç gelir. Onun için günahtan kaçmak daha sevaptır” (İmam-ı Rabbani ks)
“Nefsine dizgin vur ve bin, aksi halde o sana yüklenir” (Abdulkadir Geylani)

Bu güzel sözler balın özü gibidir. Balın tadını tadanlar anlar ve yararlanır. Bu güzel sözleri anlayan ve nefsine uygulayanlar bundan ancak faydalanır. Nefsine hükmedemeyenler, iyi düşünüp, düşüncesini hayata geçiremeyenler sadece slogan üretmiş olurlar. İslam inancında esas olan “ilmiyle amel etmektir”. Bildikleriyle yaşamamak felakettir. Dava adamı olmanın yolu inandıklarını yaşamaktan geçiyor.

Dava adamı bilmeli ki, dava adamı imanla olur, imanı koruma ve geliştirmenin yolu ibadetlerle mümkündür. Namaz bu ibadetlerin başıdır. Rabbinin huzuruna çıkmaktan aciz olan, günde 5 vakit Rabbiyle rabıta kurmaktan kaçanlar, Allah için oruç tutmayanlar, malından zekât vermeyenler, Allah için yola çıkıp hacca gitmeyenler, “Emr-i bil maruf, nehy-i anıl münker”den uzak duranlar nasıl bir dava adamı olacaklar ki? Gönüllere girmeyenler, yaratılanı muhabbetle sevmesini beceremeyenler, yetmiş iki milleti bir göremeyenler, eline, diline, beline sahip olamayanlar, nefsine hükmetmesini bilmeyenler, çevresini korumayı, kollamayı muhabbetle yapamayanlar dava adamı olmak için daha çok çalışmalılar.
Teşkilat mensubu dedikodulardan, tartışmalardan, münakaşalardan uzak durmalı. Tartışmaların, münakaşaların asla galibi olmayacaktır. Bu yersiz tartışmalar kişinin hem imanına, hem de davasına zarar verecektir.


YAZARIN DİĞER YAZILARI